Tevfik Fikret: Bir Âşık-ı Sükûnu Kendi Aşiyanının!

Tevfik Fikret Bir Âşık-ı Sükûnu Kendi Aşiyanının

Tevfik Fikret: Günümüz Türkçesi ile Gayyâ-yı Vücûd İçinde
Bir Âşık-ı Sükûnu Kendi Aşiyanının
(1867-1915)

‘’Ben âşık-ı sükûnu idim âşiyanımın’’
Tevfik Fikret

Tevfik Fikret 1867 yılında İstanbul’da doğar.  19 Ağustos 1915 yılında İstanbul’da vefat eder.

Sadece Servet-i Fünun döneminin değil Türkiye edebiyatının da en önemli şairlerinden, en güçlü isimlerinden birisi olan Tevfik Fikret’in görünürdeki ömrü işte bu tarihler arasındadır.

‘Bir ömr-i muhayyel… Hani gülbünler içinde
Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş;
Bir ömr-i muhayyel… Hani göllerde, yeşil, boş
Göllerde, o sâfiyet-i vecd-âver içinde
Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü muğfel
Bir ömr-i muhayyel!

(…)

T.Fikret, dindar bir anne ve babanın çocuğu olarak büyümüştür.  Daha on iki-on dört yaşlarındayken annesini kaybetmiştir. Annesi hacda, koleradan ölmüştür. Ardından Fikret’i gene çok dindar bir kadın olan anneannesi büyütmüştür. Tevfik Fikret de zaten yirmili yaşlarının ortalarına kadar ailesi ve etrafındaki birçokları gibi dindar biridir. Fakat sonra bu, değişir. Büyük şair, dinsiz olmayı seçer. Çünkü din, Fikret tarafından dünyadaki en acımasız köleleştirme araçlarından biri olarak görülür.

Değişim… Şairin hayatındaki o sert geçişler. Ondaki bu değişimler, zıddına tekabül etmiş değişimlerdir.  Örneğin; genç iken yazdığı Abdülhamid’i öven Sitayişname’sinden yıllar sonra, Abdülhamid’e suikast girişimde bulunan ve başarısız olan adama ‘beceriksizliğinden’ dolayı kızdığı ‘Bir Lahza-ı Taahhur’ adlı bir şiir yazar. Örneğin; önceleri iyimser biri iken sonradan dünyadan ve ‘rezil’ hayattan tiksinen bir kötümser olur. Ve gençliğinde çok dindarken sonradan dinsiz olur.

Fikret’te trajedi vardır.  Birer olgu olarak hayatın içinde zalimce duran kavramlardan ve zıtlardan dolayı onda oluşmuş bir tiksinmeden ortaya çıkan bir trajedi ve nefret.  Prof. Dr. Mehmet Kaplan onun için şöyle der: ‘’Tevfik Fikret’te fikirden daha başka şeyler var. Fikret’in trajedisi fikirlerinden doğmuyor; bilakis fikirleri trajedisinden doğuyor.’’

‘’Fikret’in bütün ateş-i hayatı gözlerinde idi.’’ demiştir Cenap Şehabettin de onun için. Yazdığı şiirler de bu trajediden ve ‘hayat ateşi’ne ev sahibi olmuş gözlerinden doğmuştur.

Tevfik Fikret’in yaşama nerden baktığı onun şiirlerinin ana eksenini oluşturur. Fikret, döneminin saygın bir şairi olarak hayata, kendi korunaklı ‘aşiyan’ından bakar. Fakat hayatla arasına bir nefret girmiştir. Aşırı hassas kişiliğiyle bir şair olarak çağına tanık olurken gördüğü kötücül dünya, onun bu nefretini körüklemiştir.  O, böyle bir dünyaya maruz kalmıştır.  Bu maruz kalış Fikret’in şiir hayatını etkilemiştir fakat şahsî hayatında yaşadığı bazı şeyler de onu derinden sarsmıştır. Örneğin; babasının sürgünde ölmesi, annesini çok küçük yaşta kaybetmesi, kız kardeşinin ıstıraplar içinde can vermesi (“Hemşirem İçin” adlı şiiri onun için yazar) Servet-i Fünün’un kapatılması, aşırı hassas kişiliği, şeker hastalığı, istibdat yılları ve mutsuz evliliğidir…

Dış dünyanın çiğliğinden, kabalığından, kalabalığından sanatı sayesinde kurtulabilmektedir. Onun yuvası/evi, yani aşiyanı, daima sanat ve şiir olmuştur. Yaşıyor olmasının verdiği mutsuzluğun bir nebze dahi olsa teselliye dönüşebilmesi yalnız bu yolla mümkündür.

Servet-i Fünun’un estetikçi teorisyeni, Tevfik Fikret’in de Galatasaray Lisesi yıllarından öğretmeni Recaizade Mahmut Ekrem: ‘’Resimde renk ne ise, şiirde hayal odur. Hayalsiz şiir, renksiz resime benzer.’’ der. Tevfik Fikret, hayal ile yaşayan bir sanatçıdır. Gerçek hayattaki mutsuzluğu, onun sürekli hayal kurmasına neden olur. Hayal, onun şiirini besleyen ve hayata tahammülünü kolaylaştıran en önemli şeydir. Onun şiiri, adeta tabiata, hayatın acımasızlığına, İstibdad yıllarına, insanları sömüren kitle inanç sistemlerine dair şeylerin kurgusu gibidir. Bu kurgunun nesnesi ise ‘hayal’dir. Buna örnekse; Hayal İle İsterim, Sabah Olursa, Yeşil Yurt, Bir Ânı Huzur, Ömr-i Muhayyel gibi şiirleridir.

O dönemde, mensubu olduğu edebi akımın içindeki arkadaşlarıyla bir büyük hayali paylaşır Tevfik Fikret. Hayalleri Yeni Zelanda’ya gidip oraya yerleşmektir. Fakat parasal birçok nedenden ötürü onların bu hayali gerçekleşmez. Fikret’in işte tam bu hayal kırıklığı üzerine yazdığı şiiri ‘’Bir Mersiye’’ hakikaten de tam bir mersiyedir. Ve bir mersiye belki de ilk defa bir hayalin ölümü üzerine yazılmıştır:

‘’Şi’rimin nuhbe-i mealinde,
Sen, bütün safvetinle sen vardın
(…)
sen de gittin, senin de arkandan
Ağladım, ağladım, harab oldum…’’

İçinde bulunduğu hayat, Fikret’i hiçbir zaman teselli etmez. Fikret’in varoluşunun bizzat kendisi bu teselliye engeldir. Onda daima bir kaçış, çirkin dış dünyadan kendini korumacılık, çemberin dışına çıkamamaktan kaynaklanan çembere karşı bir öfke vardır. O, intikamını şiirle alır.  Varoluşla derin hesaplaşması sırasında O, kendi kulağına fısıldayandır, kendine vesvese verip duran bizzat kendisidir. Bu durum Tevfik Fikret’te hem politik olarak hem de sosyal olarak bir tavıra dönüşmüştür. Dönemin yoz ve baskıcı siyasi anlayışının doğurduğu şiddete karşı işte bu tavırla karşı koyar. İktidar karşıtlığı onda nefrete dönüşmüştür. Toplumcu şiir birçok yönüyle ilk kez, Tevfik Fikret’in tarihe bakışında ve ondaki bu dünya algısında vücut bulmuştur. Sis, Tarih-i Kadim, Zeyl, Haluk’un Amentüsü gibi şiirleri onun kurduğu toplumcu şiir felsefesini gösteren en güzel şiir örneklerindendir.

İçinde bulunduğu siyasal, toplumsal ve ferdi yalnızlığı, kötülüğün ve zorbalığın ürettiği dile karşı onun kendi dilini örmesini sağlamıştır. Çünkü dönemin korkunç siyasî baskısı, şairlerin içe kapanmalarına neden olur. Tamamen içine yönelmiş ve orada inzivada olan Tevfik Fikret burada da kötü, adaletsiz, kaba, iz’an yoksunu, darmadağınık dış dünyayı gene görür. Ne var ki hayatı hiç görmemiş olmayı diler.‘’Acı bir levha şüphe yok ki hayat/ Görmemek en büyük tesellidir.’’dizeleri Fikret’e aittir.

Tevfik Fikret Bir Âşık-ı Sükûnu Kendi AşiyanınınTevfik Fikret, ölen bir şeylerle iyileşen bir şeylerin dengesine kafa yormuş bir şairdir.

Olgunluk çağındaki olanca kötümserliğine karşın bir ümidi gene de korur. Oğlu Haluk, bu ümidi yeşertir onda. Fikret, oğluna yazdığı şiirlerde ümitlidir. Kirliliğin biteceğini söyler.  ‘’Ferda’’ şiirinde, kurtuluşun gençlik sayesinde olacağını dile getirir.

Haluk, onun için çok değerlidir. Oğlunu gençliğin, yeni neslin sembolü olarak görür. Fakat onun hayalindeki gençlik, din ve dil dogmalarından kurtulmuş, kendi benliğine değer veren bir gençliktir. Yaşamak Aşkı, Haluk’un Sesi, Tecdid-i İzdivaç, Yine Haluk, Hayat ve Haluk’un Defteri –ki bu kitapta baştan sona Haluk için yazılmış şiirler vardır-  adlı şiirlerinde de bu inancı işler.  Haluk’un Amentüsü şiirinin düşünsel arka planında da gençliğe duyulan bu güven vardır.

Onda gelecek deneyimi, kaygıların çekimindeki girdaptır ve dağınıktır. Fakat bu dağınıklık içinde bir ümidi korur Fikret: Geleceğin kurtarılabileceği ümidi ve mutlak bir barışın ve bilimsel aklın hakim olduğu bir dünyanın kurulabileceği ümidi. Haluk temi, işte tam da buradan doğar.

Fikret, hakka ve hakikate ulaşmak için kitap ve peygambere gerek olmadığını söyler. Barış, onda bir felsefedir.  Bütün insanların kardeşçe yaşamasını arzular. Mutlak bir barışın ve adaletin olduğunu söyler, mutlak bir barışa ve vicdana inanır.

“Ebnayı beşer birbirinin kardeşi…Hülya!
Olsun, ben o hülyaya da bin canla inandım.’’

(Tekmil insanlar kardeşi birbirinin…Bu bir hayal!
Olsun, ben o hayâle de bin canla inandım.)

Dinlerin insanları tanrıdan ayıran birer inanç ve sömürü sistemi olduklarını söyler.
“Şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var.”

Bütün dinlere karşı çıkar. Tanzimata kadarki ve Tanzimat sonrasındaki edebiyatta, dini değerlere bu kadar açıktan cesurca meydan okuyan ilk kişi Tevfik Fikret’tir.  Fikret, mutlak bir adalet ve barışın olduğu bir dünyayı özler. Kul ile tanrıyı ayıran bir din istemez. Dinler ve tarihler, devletler insanları sömürmek için vardırlar ve Fikret’e göre bu yüzden de hepsi anlamsızdır. İnsanların zaferlere, bayramlara, ideolojilere kendi yarattıkları tarih anlayışlarına tapmalarını yerden yere vurur.

Amentü şiiri aklı ve bilimi öne çıkararak, İslam’ın öne sürdüğü altı tane iman şartına karşılık kendi şartlarını ortaya koyar. Bu şartlar şöyledir: Vicdan, insan, akıl, fen ve ‘’Toprak, vatanım, nev-i beşer milletim.’’ düsturu.

Bilim (fen) ve vicdan merkezli bir din tasavvuru oluşturur Tevfik Fikret. Ve bilimin kudreti tanrının kudretinin üstündedir.

‘’Fıtratta tekâmül ezelidir, bu kemâle
Tevrat ile, İncil ile, Kur’an’la inandım.’’

(Yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak
Ben buna Tevrat’la, İncil’le, Kur’an’la inandım.)

Fikret, dine karşı negatif, insana karşı pozitiftir ve merhametlidir. Özellikle dilencilere, hastalara, yoksullara vb. karşı bir merhamet. Fikret’in, hayatı boyunca kalbinde sızısını taşıdığı dünya ve varoluşun ızdırabı, bu kişilerde en dokunaklı haliyle cisimleşmiştir. (Balıkçılar I-II, Verin Zavallılara, Hasta Çocuk, Vagonda, Ramazan Sadakası gibi şiirlerinde bu insanlar vardır.)

Dogmatik olana ve içi boş, büyük kahramanlıklara ve onların tarihlerine değil; erdemli olanı seçme zorunluluğuna inanır Tevfik Fikret.  Bu seçim için de özgürlük esastır. Bu nedenle Fikret’te özgürlük bir travmadır.  Din, tarih, vatan gibi olguların dokunulmazlığını kendi anlayışına göre ve cesurca ihlal etmiştir. Kendine özgü bir tarih bakışı vardır. Tarihi, kendi şair kimliğiyle kurar ve kurduğu bu tarih anlayışı, onun dünyayı algılayışıyla ve sanatıyla yakından ilişkilidir. Şiiriyle, yüceltilmiş kanlı tarih algısının adeta belasını verir. Tarih-i Kadim adlı şiirinin anlamsal çağrışımları bunun ıspatı niteliğindedir. Tevfik Fikret, ilerici bir şairdir. Kainat benim kitabımdır der.

‘’Kollar ve boyunlar çözülüp bağlanacak hep
Yumruldar ol zencir-î hürûşânla inandım’’

(Kollar ve boyunlar çözülecek
Ezenin yumruğu şangırtılı zincirlerle bağlanacak inandım) der.

Tevfik Fikret, yüz iki yıl önce bugün hayata veda etmiştir. Onun şiirleri, bütün edebiyatseverlere vicdan ve akılla bu kirli dünyaya itiraz edebilmeyi ve tarihi yargılamayı öğretir.

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin