Turgut Uyar: “Hüzünlü Bir Çocuktum, Nedense Hep Ağlamaya Hazır.”

Turgut Uyar Hüzünlü Bir Çocuktum Nedense Hep Ağlamaya Hazır

Geyikli Gece’yi üzerimize örten, varoluş kaygılarımızı şiirlerinin içinde hem harlayan, hem de teskin eden şair Ahmet Turgut Uyar 4 Ağustos 1927’de Ankara’da dünyaya geldi. İstanbul’da ilköğreniminin ardından askeri liseyi bitirerek memur oldu. Memuriyeti esnasında Posof’ta, Terme’de görev yaptı. İlk evliliğini çok gençken gerçekleştirerek henüz yirmi yaşındayken baba oldu. Askerliği bırakarak, Ankara’da yaşamaya başlaması hayatının ve sanatının dönüm noktasıydı. İlk kitabı Arz-ı Hal 1949 yılında yayımlandı. İkinci Yeni’nin tam kalbinde yer alan Dünyanın En Güzel Arabistanı ise Ankara’ya yerleşmesi ile birlikte 1959 yılında basıldı. 1966 yılında ilk eşinden boşanarak İstanbul’a yerleşti. Tomris Uyar ile mektuplaşmaları daha sonraları aşka dönüştü, evlendiler.

Turgut Uyar; dört evladının babası, Tomris Uyar’ın yol arkadaşı, şiirlerinin, söyleşilerinin, denemelerinin, eleştirilerinin, kentsoyluluğa dair endişelerinin, yalnızlığının, umutsuzluğunun, içe dönüklüğünün sahibi, Akçaburgazlı Yekta’nın, Sinan’ın, Gülbeyaz’ın, Behice’nin var oluş vesilesi 32 sene önce bugün dünyadan ayrıldı.

Özgeçmişi, memuriyeti, unvanları, ailesi dışında kimdi Turgut Uyar? İkinci Yeni’nin içinde sessiz sakin duruşuyla, dinginlik ve rutin içindeki hayatıyla, sahiden durgun bir su muydu? Dalgalanarak yükselen, köpürdükçe köpüren o şiirleri nasıl yazmıştı?

Belki asker olan babasının sürekli uzaklarda oluşundan, belki yalnızca kendi doğasından, belki de duygularının yoğunluğundan kederli bir çocuktu Uyar. Şöyle anlatıyordu bir söyleşisinde:

Hüzünlü bir çocuktum, nedense hep ağlamaya hazır. Ağabeyim bana sataştıkça annem: yapma oğlum derdi ona. O içli bir çocuk.”

Annesinin isteği üzerine erken evlendi. Henüz genç yaşta, üç çocuğunun ve eşinin sorumluluğunu taşıyan bir memurdu. O yıllarda, Garip Akımına daha yakın duran şiiriyle yaşadığı toprakları, Anadolu’yu, memleketin insanlarını gözlemliyordu. Arz-ı Hal’i bu yıllarda yazdı. Şiirinde bolca yağmur, evler, yollar, şiirinde leylekler vardı. Şiirinde İstanbul’a özlem vardı. Hayatı boyunca yazdığı tüm şiirlerde olduğu gibi şiirinde yalnızlık vardı.

Yağmurların altında, bulakların kenarında.
Türküsünde, koşmasında, şarkısında,
Tamamda da noksanda da
Papatya gibi yalnızdı, kuşyemi gibi
yalnızdı.

Askerliği bıraktı 1958’de. Üniformalar dardı, askeri düzen boğucuydu. Dünyaya sığdıramadığı yüreğini elbette askerliğe de sığdıramadı. Çıkardı geçmişini üzerinden, Ankara’ya taşındı. Bir kağıt fabrikasında masa başında çalışmaya başladı. Ankara, yazın hayatının dönüm noktası olmuştu.

Anadolu’dan, insanlardan, pastoral dilden daha bireysel bir anlatıma yöneldi. Kent yaşamının insanları birbirlerinden uzaklaştırması, yapay hisler ve davranışlarla kuşatmasını, şehirli yalnızlığını dayatmasını, doğadan kopuş ve özden ıraklaşmayı anlatmaya başladı şiirlerinde. Askerlikten sonra, memuriyet hayatında ve büyük şehirde de ablukaya alınmış hissediyordu.

İkinci Yeni tam da bu modern zamanların getirdiği buhranla başladı şiirlerinde. İlk şiir kitapları Arz-ı Hal ve Türkiyem’de mevcut üslubu kabul görmüş, şiir yarışmasında Nurullah Ataç’ın birincilik adayı olmuştu bu şiirlerle.

Hal böyleyken, bambaşka bir şekli benimsemek, yeni, bağımsız ve daha bireysel bir üsluba bürünmek, İkinci Yeni’nin kapalı anlatımıyla yazmaya başlamak kararını almak hiç kolay olmamıştı şüphesiz. Belki okuru sıkıntıya, monotonluğa sürüklemekten kaçmıştı. Belki de kendisi sıkılmıştı tekdüzelikten. Turgut Uyar’ı bu denli özel ve başarılı kılan bu kararı doğru zamanda almasıydı.

İkinci Yeni’den ilk ürünleri o meşhur mezmurlardı. Öykülü, örtülü, anlaması zor ama doğal, gerçek dilini yansıtıyordu mezmurlar. Günlük hayat kişilerinin, hataları, yüzleşmeleri, acıları, pişmanlıkları ve utançlarıyla doluydular.

Bu, iki gücün bir yeniye varması,
bir yeni yaratmasıydı. Bu çiftleşme değil
tekleşmeydi. Tekleşmenin bir yönüydü.
Yazık bize. O zaman bütün insanlara inanıyorduk.
Yıkmak istediler yıktılar. Yazık bize.

Çok sıkılgandı Uyar. Hayatı da şiirleri de bu var olmaya ilişkin sıkıntılarla doluydu. İnsanın doğayla ve toplumla sıkıntılarını, kentli hayatın kendine özgü karanlıklarında sürmekte olan bunalımı taşıyordu.

Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun

Taşra’da mutsuzluk yekpare bir şeydi sanki. Üzerine konuşulmayan, havayı, suyu, evleri dolduran bir şey. Sebebi ve sonuçları hesaplanmayan, dile dökülmeyen, yağmur gibi doğal bir olaydı mutsuzluk. Çoğu kez yoksulluktu, bazen hastalık. Taşra yalnızlığı hırçınlaşmamış, akış gereği kabul görmüştü. Kentli mutsuzluk başkaydı. Belki de bu yüzden, Ankara’da, kent yaşamında mutsuzluğu somutlaştırarak, geometriye dökerek anlatmıştı Uyar.

1969 yılında yazar, çevirmen, eleştirmen Tomris Uyar ile evlendi. Birlikte yaptıkları çeviri Evrenin Yapısı ile 1975 yılında Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülünü aldılar. Hayatı, aşkı, edebi yaşamı paylaştığı insandı Tomris Uyar. Turgut Uyar’ın içe dönük yaşamında dışarıya bakan gözleriydi.

Tomris Uyar, vefatının ardından bir söyleşide şunları söylemişti: “Ben onun dünyaya açılan penceresi olmaktan öte bir şeydim, bir parçası gibiydim. Ve kendimi bir parçası gibi hissettiğim için sıkılıyordum tabi.”

Turgut Uyar da farkındaydı kendi dinginliğine nazaran Tomris Uyar’ın dinamizminin. Ona yazdığı Tomris adlı şiirinde:

“Dağ biraz daha benden deniz her zaman senden” diyordu.

Umuttur şiirinde:

“Sev beni bir dağ gölgesi kadar sev” diyordu.

Dağ kendisinin imgesiydi; dağ gibi, kıpırtısız ve sakindi dışında. İçinde kim bilir hangi cevherler…

Yaşamının sıradan ve birbirine benzer günlerine rağmen edebiyattaki Turgut Uyar değişimlerden yanaydı.
“Niçin ille samimi, yapmacıksız ve sade? Niçin ille güzel deyiş, yalın dil? Huzurumuzdan kuşkulanmak aklımıza gelmiyor. Ben usandım artık bunlardan. İnadına kötü bir deyiş, inadına çetrefilli bir dil diyorum. “diye yazmıştı 1955 yılında.

Eserleri de hayatı da dönüşümün sıkıntısı ile yoğrulmuştu. Bunalımını, sıkıntılarını ve karamsarlığını özümsemişti.

“Gördüm, denedim, kötümser olmakta haklıyım” demişti. Bu kötümserlik, çağın getirdiği modern yalnızlığa, uzaklığa, toplumdan kopuşa dairdi.

Nihayet sonsuzluğa yürürken de aynı öz acılarla birlikteydi.

Aylar, mevsimler sırrını kendi bildikleri bir sırayla, şairin kendisi gibi geçip gitmekteyken, geride kalanlara dergi ve gazetelerde yazdığı makaleleri, şiirleri, anıları, özlemleri ve kaygıları kaldı. Kendisi her şeyin naylonluğundan beride, bir başka dünyanın hisleriyle dolu, Geyikli Gece’ ye varmış ve konaklamıştır çoktan belki de.

“Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk.”


Kaynaklar:
Büyük Saat, Tüm Şiirleri – Turgut Uyar Korkulu Ustalık – Turgut Uyar (derleme) Şiirbaz (belgesel)

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin